gelecek mevzuu; loading...

19 Aralık 2011

midesizler için sinema rehberi


 Ne kadar iğrenç bir insan olduğumu herkes bilir.

 Ben bunda; reenkarne olmadan önce Mısır’da bok böceği suretindeki yaşanmışlıklarımın etkisi olduğuna inanıyorum. Bol kıllı, etli butlu, dişiler için girdiği her mücadeleden galip çıkan berduş bir böcektim.(yandaki gibi işte)

  Yalnızca iğrençliğimlede kalmam, iğrençliği yaymak adınada hayatım boyunca savaş verdim, vermeyede devam edeceğim. “Söylenmeyenleri söylemek” dendiğinde aklıma gelenlerden biri bu çünkü, şimdi kim size oturupta şu hayatta çekilmiş en iğrenç filmleri anlatacak? Yorumlarda bulunacak, uzun uzadıya bahsedecek falan filan... 

 Sağlığıma duacı olunuz, siz azıcık daha entel görünebilin diye ben kendimi feda ettim.  İzledikten sonra muhtemelen kendi akıl sağlığınızın düzelmesi içinde çok dua edeceksiniz, arada benide çıkarın işte...

Vatevır;

  Burada bi kaç filmden bahsedecem, iğrençliğime doymayım ki; daha yazacak nice film var aklımda, onlarıda sonra bölüm bölüm yazarım belkim.

 Güldük eğlendik, şakayı bi kenara bırakıyorum ve diyorumki; ben bu filmler yüzünden bi ara harbiden sapıtıyodum lan, izlemeyiniz-izletmeyiniz. Genel kültür olarak bulunsun köşede, olurda birgün biri;

 “İzledin la bu filmi? çok manyak bi film hacı!" derse;

 “Tabii amk, heralde yani izledik.” falan deyip, kendinizi über sinema sever gibi gösterebilirsiniz.

Şimdi başlayalım;
 
Cannibal Holocaust (1980);

 Amazon ormanlarına yerli kabileleri görüntülemek için giden 4 kişilik aklı sikilesice  gruptan bir daha haber alınamaması neticesinde gelişen olayları konu alır.

 Sonra birini gönderirler; “git bak bakiim nolmuş.” diye belgeselcilerin gittiği yere, bi kaset bulunur; belgeselcilerin başına neler geldiği artık bellidir.

 Yönetmen Ruggero Deodato; filmde kullandığı ölü bedenlerin, İtalya'da bir morgdan kaçılan cesetler olduğu iddası ve görüntülerdeki katliam sahnelerinin 1980 yılının teknolojisiyle bu kadar gerçekçi aktarılabilmesinin neredeyse imkansız olduğu görüşüyle yıllarca yargılandı. Deodato hala bu iddalardan tam olarak aklanabilmiş değil.

Nekromantik 1987;

Jörg Buttgereit yönetiminde, ölü seven bir hatun ve ölü toplama işleriyle meşgul erkek arkadaşının yaşadıklarını konu alan film, “bir film ne kadar iğrenç olabilir?” sorusunun cevabı niteliğinde.

Büyük bı kısmını izledikten sonra kişi;

amk bu ne yeaaa, bişi olmadı bana eee?

Demiş olsa bile, en azından son sahnesinin izlenmemesini rica ediyorum.

Salo or the 120 Days of Sodom 1975;

Olayların, 1944’te nazi yönetimindeki Salo Cumhiriyeti’nde geçtiği, 9 hatun ve 9 erkeğe kapatıldıkları şatoda uygulanan ruhsal-fiziksel-cinsel işkenceler konu alınıyor. Filmin sloganı nedir bilmiyorum ama keşke şu olaydı çok güzel uyardı;

salo: boka doyacaksınız!

 Pier Paolo Passolini’nin; “Şimdiye kadar yapılmış, en rahatsız edici film” sıfatını hakkıyla taşıyan bu filmi, bol bol bok yeme sahneleri içerdiğinden bok dendiğinde akla gelen sanat eseri olma özelliğinede sahip. Filmin gösterimi dünyanın birçok ülkesinde hala yasak ama Türkiye’de değilmiş, boka alışık milletiz zaten.

Pink Flamingos 1972;

 John Waters’in tamamen; “en iğrenç ve ilginç filmi çekmek” adına yola çıkarak, yazıp yönettiği filmdir, ki filmin sonunda; “Nasıl yeterince iğrenç miydi?” gibisinden eleştirmenlerinde görüşlerine yer verilmiştir. İçeriğide amacına uygun olarak ayarlanmış; filmde bir grup hıyar; en iğrenç insan olma yarışına girişmekte. Göt deliği oynatmalı bir sahnesi bile var.. Daha ne olsun?
  
   Bu kadar iğrençlik yeter, sordularmıydı; “biliyom ben onu yeaa, hiç güzel değil, yarısında çıktım” diyeceksiniz artık.