gelecek mevzuu; loading...

3 Şubat 2012

bir hayatta kalma savaşının öyküsü

 Çoğu kişinin bildiği fakat, benimde ezberimden buraya yazıp, şimdiye kadar okumayan - duymayanlarında bilmesini istediğim gerçek bir hayatta kalma öyküsü var.  Psikolojik açıdan hassas olanlara önerim uzak durmaları, ki ben; psikopatlığıyla ve midesiyle övünen biriyimdir, beni bile etkilemişti bu mevzuu. O yüzden ilk kez sayfayı kıracam ikiye. "Tornet" yazısından sonra çok ağır gelecek ama neyse, başlayalım;
  
  13 Ekim 1972, “Old Christians” rugby takımı, turnuva nedeniyle misafir olacakları ŞiliSantiago’ya doğru, Montevideo’dan,  Uruguay Hava Kuvvetlerine ait uçakla yola çıktı. Uçakta; oyuncular, oyuncuların aileleri ve mürettebat olmak üzere 45 kişi bulunuyordu.

 Okul gezilerini hatırlarsınız ya hani, salak salak espriler; enseye şaplak göte parmak şakalar, gereksiz şimarıklıklar falan... Uçaktaki durumda aynen bundan ibaretti. Pilot, And Dağları üzerinden Curico'ya oradan Santiago’ya gitmeyi planlıyordu.

 Uçak And Dağları üzerine geldiğinde, yolcular; 15 dakikalık mesefe kaldığını düşünüp,  toparlanmaya başladılar. Giderek artan neşe, beklenmedik bir sarsıntıyla bozuldu. Uçak zirveye çok yakın uçmuş, sağ kanadını çarpmıştı. Ardından arka dengeleyici, kuyruğun tamamını yanına alarak gövdeden ayrıldı. 10 saniye içinde sol kanatta gövdeyi bıraktı. Uçak yalnızca ucu kapalı bir boru gibi zemine düştü ve karların üzerinde kaymaya başladı. (uff bendende sağlam romancı olurmuş haa)
 Yaklaşık 400 metre kar üzerinde sürüklenen uçak durduğunda, 45 kişiden 12 si yaşamını yitirmişti. Hayatta kalanlardan durumu iyi olanlar yaralılara yardım ettiler, gece boyunca yardımın geleceğinden emin beklediler. Yardım gelmedi. Ertesi sabah yaralılardan 5'i öldü.

 Giderek ağırlaşan koşullar nedeniyle zorlanmaya başladılar, 3. günde yardım gelmeyince; kendi başlarının çaresine bakmak için harekete geçtiler; ilk gün kurtarılacaklarından emin oldukları içi ellerindeki yiyeceklerin (çikolata, süt, peynir) neredeyse tamamını o gün bitirmişlerdi, kalan yiyecekleri pay ederek 3 gün daha yiyeceklerini yetirmeye çalışacaklardı. Kar körlüğünü engellemek için, uçağın siperlerinden gözlük, su ihtiyacı için kar eriten bir düzenek yaptılar. En büyük şansları uçakta buldukları minik bozuk bir radyoydu.

 Buldukları radyoyu tamir ettiler, kurtarma çalışmalarıyla ilgili haberleri dinliyorlardı.

 Dağdaki 12. günlerinde radyodan, kaybolan uçağın izine rastlanılmadığını ve artık aramaların durdurulduğunu öğrendiler. Çılgına döndüler, artık ne yapabilirlerdi ki dua etmekten başka?

  Ağırlaşan koşullar nedeniyle 1’i daha yaralarına yenik düştü. Yiyecek stoğu tükenmişti, uçağın koltuklarındaki derileri ve süngerleri yiyenler oluyordu. Annesini ve kız kardeşini kazada kaybeden, uçaktaki iki tıp öğrencisinden biri olan Nando Parrado, hayatta kalmak için arkadaşlarına o çok tartışılan, tüyleri diken diken eden fikrini söyledi;



  Nando, hayatını kaybedenlerin etlerini yemeleri gerektiği söyledi. Çığlıklar yükseldi,  herkesi ikna etmek zor oldu ama ortak karar 2 gün içinde alındı. Hayatını kaybedenleri yiyerek hayatta kalmaya çalışacaklardı. Karamsarlık, karışıklık ve umut bir aradaydı artık.

* İkinci Facia;

 Hayatta kalanlar, aldıkları zor karardan sonra evlerine dönmek için umutlarını arttırmışlardı. 29 Ekimde uçağın içinde gece uykusu sırasında üzerlerine düşen çığ sonucu hayatta kalanların 8 i daha hakkın rahmetine kavuştu.

* Kurtulma Çabaları;

  Küçük çaplı keşifler yapıyorlardı ama uzaklaşmak fırtına ve soğuk yüzünden mümkün olmuyordu.  Eğer kazada kopan kuyruk kısmındaki aküyü bulurlarsa, telsizi çalıştırıp hayatta kaldıklarına dair Şili’ye işaret verebileceklerdi.

 Başarısız keşiflerin ardından 4. denemede uçağın kuyruğuna ve onunla birlikte kaza sırasında düşen 2 cesede ulaştılar. Aküyü buldular fakat bulundukları yere taşıyamayacakları kadar ağırdı ve birşeyi bilmiyorlardı:

Telsiz, gücünü aküden değil, uçağın çalışır vaziyetteki motorundan alıyordu.

Yaptıkları bu son keşifte, kazada düşen çantalardan buldukları yiyecekleri arkadaşlarına taşıdılar ve kuyduk kısmındaki alüminyumu çıkararak uyku tulumu yapmakta kullandılar. Uyku tulumları onları daha uzun mesafeli keşifler yapmak için cesaretlendirdi.

 12 Aralık günü, tamamen zirveye ve oradan görünen en uygun yere doğru gitmek ve yardım getirmek için umutsuz bir yolculuğa daha giriştiler. 3 kişilik ekip kuruldu, zirvede bu ekip yiyecek sıkıntısı cekilmemesi için 2 ye düştü; Parrado ve Canessa.
 Parrado ve Canessa, yolculuğun zorluğundan emindiler; yanlarına fazlaca et ve yedek uyku tulumları almışlardı.

* Kurtuluş;

 22 Aralık 1972 de; And Dağlarının eteklerinde güneye doğru yol alırken yardım isteyebilecekleri birini gördüler. Ertesi gün kurtarma ekipleri diğer hayatta kalanları kurtarmak için döndü. Yolculuğa başlayan 45 kişiden 16 kişi hayatta kalabilmeyi başardı. Kurtarılanlar için en büyük zorluk bundan sonra başlıyordu aslında...

 Kurtarıldıklarında, "Nasıl hayatta kaldınız?" sorusuna cevap hazırlamışlardı aslında; "Deriler ve peynirleri yiyerek."

 Fakat gerçeği saklayamadılar, uçağın yerindeki kalıntılar ve hayatta kalanların çelişkili hikayeleri herşeyi ortaya çıkardı. Hayatta kalan 16 kişi, tüm dünya gözünde "hayatta kalma mücadelesinin simgesi" değil, sadece birer yamyamdılar.

  1972 de tüm dünya, yaşanan bu mucizeyi konuştu. Kazada ve sonrasında ölenlerin aileleri, yakınlarının bedenlerinin yenmesinden herhangi bir rahatsızlık duymadıklarını ve hatta bunu bir ibadet olarak gördüklerini söylediler.

Kazadan 20 yıl sonra 1993’te bir belgesel, bir film çekildi, kurtulanların bizzat ifadeleriyle 4 kitap yayımlandı.

  Ethan Hawke'nin başrolünde oynadığı  "Alive: The Miracle of the Andes" 1993'te vizyona girdi, olayı yaşayanlar filme teknik danışmanlık yaptılar. 




Picture retrieved from;
time.com, sonsayfa.com, viven.com.uy 


[*]; lan hiç küfür etmedim bu yazıda çok ilginç değil mi amk.?


bide şu alttaki şarkıyı dinleyin çok sevdim;